hiçbir sözün ilkini ben demedim
düşünmüştür birileri benden önce mutlaka
bir kopyadan farksızca
Biraz daha yaşlanmışsın bıraktığımdan beri
Beyazlamış ayak izlerin, kırışmış yolların hayatta
Yarısı geçilmiş bir ömrün kalan yarısında
-biliyorum ister istemez
farkındayım yaşamak ne
giden zamandan arda kalmayacaksın sen de-
Her aklıma gelişinde geri dönüşsüzlüğü zamanın
Canıma biraz daha zor geliyor bu hayat
Bu bir zamanki sıcaklığın, kardan buz bir örtüye dönecek olması
Bilmek bunu
Bilerek ve umursamadığını sanarak yaşamak yine yıllarca
Her yılın sonunda eksilmiş umutlarla
Hesap soramadan ândan, kalandan
Araya giren onca uzaklıktan ve
mecburiyetten de kırıldım
Her ayrılışımda, yeniden kavuşacak olmanın heyecanı
ve kaygısı bıraktığını bulamamanın
olamadığım her şey benim düşmanım
canım acımıyormuş meğer
şimdilik
bir aksilik çıkmazsa eğer acısın da istemem
ben bana yetiyorum ve üstüne bir de arda kalıyorum
çok şey olabiliyorum gerçeksiz bir ortamda
işin ucu yaşamağa gelince donakalıyorum
yıllarımı, olmadığım bir kişiyle mi saklamışım
saçmalamışım
akıp gittiler onlar, bense hâlâ burada
olamadığım her şey canımı sıkıyor
şimdi en baştan başlamam gerekecek her şeye
bakınıyorum etrafıma işime ne yarar
boşa çaba
uğraş nafile
kırıklık var biraz, yorgunluk
ağlamak da gelmiyor içimden
sürekli ses değiştiriyor içim
kendisi kararsız
ne olmak peşinde
ne de kalmak durağan
elden ne gelmekte konuşmakla yazmakla
içeri dışarı aynı
oynamaya devam daha bir süre bu oyunu
olmadığım her yer
olamadığım her şey
biraz daha mutsuzum
yarınıma bir karanlık bulaşıyor gözlerimin karalığından
acıyor mu canım
yanmakta mı içim
yoksa ben miyim bu hastalığa sebep
ben miyim körlüğüme yolu açan
saklı defterlerimde yırtık sayfalar
ve üstü karalı hatıralar
elbet bir gün yanacaklar
yakındır
kanatılacak yaralarım var
zamanın ilmek ilmek açtığı
beni bu imkansızlık öldürecek
evet, sana bakınca
olmalı diyorum
bu evrende bir sınır olmalı
bu kadar sıcak olmamalı ve
çünkü şu gözler birer buz parçası
içimi soğuk soğuk yakan
insan alev alevsiz de yanarmış
bak yanmaktayım
ve evet
yola girmişim onca zaman
bir işime yaramamış böyle usturup
ve aman dilenmiş bir ah'ım kalmış
vahlarıma yanarım
-soğuklardan aman-
sen şimdi
sen
elinde elim olsa
bu kürenin ısınması
ve
parçalanması zamanın ucu bucaksız an-
larda
aklım karışık biraz
parça parça
sana olan aşkımdan azade
bir tek sen
sen
yalnız sen
ve
senden olma aşkın
ve
seninle geçen zaman
bir tek bunlar
bir parça tek
bir arada ve
bir tamam
boşlukta bir bulut süzülüyor
alıp götürmüyor içimdekileri
içimdekileri tanımlamak na'mümkün
her işin başlangıcı bir ayrılık olmalı diyorum
insanın yaşaması ölümle mümkün
ölmeyen düşüncelerim tercümansız ilerlememekteler
istemekteler ki
terk-i dünya için
anlaşılmak
ama anlaşılmak tek başınayken çok zor
insan kendine bile yalancı olmuşsa ve hele gözlerine hayatın buhranları dolmuşsa
tanıyamaz karşıdan gelen kıt kanaat anlayışı
geçerken yanından bir hışım -ağız türküsüz-
tutup dirseğin içe bükülen yerinden, diyemez
hoop hemşe'rim
nereye selamsız
çok mu uzak kaldık, böyle yaban's'ılaştık
yürüyüp ve eş zamanlı olarak yitip gidiyor bir aydınlık
elleri sağına soluna düşmüş -naçar- ama boş değil
bir yığın anlaşılamayışlıkla birlikte
hayat bataklarından birinde kurtulur o taşıdığı türlü efkar cesetlerinden
elleri daha da boş kalır, aşar bulutları ağar başka dizelere kavrayışsız
aklından geçerken iki güzel söz
ilham diye bu yılgınlık kiracı olur
beklersin sendeki boşluğa karşılık bir şeylerle içini doldurmasını
beklersin
beklemek, yorar insanı
ve hele en çok da göz kapaklarını
kapanır git gide
kararır en tepede bile güneş
bile ay
birer birer düşer yıldızlar
toplamaya zamanın ve takatin olmaz
kavraması çok nazik bu esrarlı elin
uykuya benzer bir ölüm mü derler
bulutlar karanlığı sevmez
kaplarlar boğanak boğanak göğü
kara kara bulutlar karanlığa şimşekle çare bulur
gözlerim hiç zifiri karanlıkta kalmadı
ama zihnim
tüm kırılmışlığımla bir şehrin ucundayım
bir şehrin ışığındayım
bedenim çın çın öten şişeler, aklımdan deniz günlerinden ve eski sevdalardan kalma ilhamlarla
adımlarımdan hızlı akan gölgelerim başımda bir bulut, bir duman, tarihi ötesinden bir canavar
aksimin kırık izleri, su dolmuş bir yol çukurunda ihtiyar bir hayâl
binlerce bulut akmıştır göğümden, hepsi elimden kaçan
binlerce olasılığı ceplerime doldurmuşumdur
ceplerime olasılıklar doldurduğumu unutup ceketsiz yatmışımdır kaç zaman
bedenimde şehrin ışıkları
çın çın akisler yansır ışığı bin parçaya kırılmış ufuklarımdan
ufuklarımdan bir güneş başını kaldırır
selam verecek 'ben'i arar
bedenim bir çın çın küfesi
aklımda oturduğum masalar
aklımda elimden kayanlar
aklımda kurtarışlarım dünyayı
aklımda hayâl
ah! parmak uçlarımda kopan bu tufan
aklımda bin parça şehir
şehirde parçalanan yaşamlar
parçalanan tanıdık bir hayat
bir yanım kırılmış
izlerime su dolmuş
attığım adımda tüm yollar
şehrin ışıkları, çın çın ses
bir bardağa doldursam
Yüzünde asırlık bir korkunun çarpık gülüşü
donmuş hayat belirtisiz
soğuk bir toprak parçasında ıssız
Bedenim
tüm belirtilerini kaybediyor yaşamanın
Toprak hamile
beni yutup sonsuzluğuna (sonsuzluğunu doyuracak), doğuracak yarım kalmış hayâllerimi
Yer ile gök arasında sesler
Benden geçmiş artık umursamak, umuruna almak, aldanmak riyalara ve eşyalara
Soğukluğuna batıyorum toprağın, benden geriye kalan derin bir acı
Zaman buna çare olmayacak
Çarpık gülüşünde hayaletim dolaşacak
ve o asırlık insan korkusu sinsi bir yılan
Ben ektim onu toprağıma, senin gülüşlerinde yaşayacak
-Bir
uçurumun kenarında-
Mevsimler hep kıştır artık
Her başlangıçta takatsizsin, bir ân önce son gelsin istersin
Bulanıktır yaşamak, eziyet
Damla damla eksik bırakır
Geriye dönmek arzusuna yenilirken, aynı zamanda hayatın geri dönüşsüzlüğüne de yenildin
Zaman, bir ölü bıraktı gülüşüne
Gülüşünde hayatın ağır yarası
Mevsim hep kış
Gülüşün, bir ömrün sonunda dondu kaldı
06.12
İçimden taşan yalnızlığım ellerimden dökülüyor
Güzel sözler biriktirdim çokça
Meğer delikmiş içim
Hepsi akıp gitmiş uzun yıllar boyunca
ben uzun bir hayat bekler
Şimdi kısa bir ânın tutsağı olmak niyetim
Yaşadığım her ânı cebimde taşımak istiyorum
Öfkeliyim
elimden alınan zamanlarım için
ve öfkeliyim zamanlarımı tekrar alamadığım için
alamayacağım için
Dönüyorum yine hep başa
Birkaç sözü koyduktan sonra kenara
her şey uzaktan güzel
yüzün uzaktan, gülüşün uzaktan.
yakınındayım işte tam şu ân
aramızda yıllar sürecek yollar olsa çok daha güzel olacaktı yüzün
sesinde yollardan uzak kalmışlığın tınısı var
uzak diyarlardan vuran yankılar
aksi kırık aynalarda bir belirsizlik var
hayatımdan izlerin geçiyor kanata kanata bir kabuk yarasını
sana dairlikleri bir kuyuya bırakıp ilerlemek geçiyor içimden
ne çare ki her yerimdesin, her yanımda ve her yaramdasın
başladı
içimde telaş
yetişmeye çalışmaktan yorgun düşmüşüm
düşlerimde çatlamış aynalar
çatık kaşlarım
gözlerim belirsiz ve gök kurşunî
dağlar şimdi sivrilmekte
kalbimde çatallaşan bu acı
-su damlacıkları oynaşmakta
düşlerimde çatlamış aynaların kırıklarıyla
yüzüm bin parça / biri sen-
kalbimde çatallaşan bu acı
aynalardaki çatlakları arttırmakta
çatlakların ardında bir yüz, bir söz
düşüm düşüm düşlediğim bir göz
gözdeki yansıma gök kurşunî
içimde telaş
yorgun düşmüş başım
geriye kalan parçalardan -sen hariç- dokuz yüz ve doksan dokuz
gözlerim uykusuzluk arsızı, geceler uyku hırsızı
uğraşsam da ne kadar, boşuna
çın çın sesler uğuldamakta
bu yorgun düşmüş başımda
bir aksi yok bu sesin, bir cevap vereni yok
ses -çın çın- bir yüz yıllık zaman
görmeyeli yüzünü
içimde telaş
dolmuş içeri bir buhran soğuk
uykusuz gecelerden dürterdurur
yaklaşmakta karanlık
aramız yüzyıllık zaman
Kaldı içimde kırılmış bir ay parçası
tam koşarken dolunaya
Hüznüme denk geldi sanırım
Bilincimi kıramadım, içimi parçaladım
Aklıma takılanlar belli belirsiz uçuşuyor
şimdi yerçekimsiz
Sığmazlar bir süre sonra, sonra başlar bir yaranın kaşıntısı
Aklıma geldikçe kızarır yanaklarım
Sıcak basar sonsuzluğun ortasındaki bir noktadan
Aklım kırık, kırık aklımda kırılmış düşünceler
Darmadağın bir dağın yamacı karşımda
Gücüm olsa tırmanırım
Tırnaklarımda kırılmış bir ayın
koşarken tam dolunaya
olağanca ağırlığı
Gülüşlerini görünce gülüşlerim geliyor aklıma
Dudaklarının göğ kadar, afak kadar sonsuz uzayışı
'uzayışmak'
yani sonsuz olup her yere bulaşmak biraz
Biraz kendinden parçalar bırakmak ve biraz o olmak
Yüzündeki bu sonsuz ince çizgide ırmaklar çağlıyor
Bir damla su oluyorum
Elimden tutup çekiyor, çıkarıyorsun beni kendine
Yıllar geçiyor yağmur damlaları kadar
Ansızın büyüyüyorum ellerindeyken ellerim
Gülüşlerim gülüşlerine bulanıyor
Her yerime bulaşıyor ellerin
Aklıma gelen, başıma geliyor
İnce, sonsuz çizgilerde yuva kuruyorum
hiç
aynı sayfada değiliz senle
olamadık
olamayacağız da
gün gelir diye ne çok umudu taşıdık, yığdık
bir güneşi devirip şu sayfalara
aklı kenara bırakıp
sayfa sayfa olurken hayatlarımız
umut dedik, unutmayı denedik
denemenin yanılgılarını da denedik bilmeden
'tekrarlarını tekrarı' olduk bir süre sonra
güneş soğudu ve karanlık sırtını döndü ay
biz umutları yığdık sayfalara
aynı sayfada buluşmanın umutlarını
bir gün
dedik
bir gün nihayet gerçek olacak
eşkâlimiz aynı sayfada bir olup da 'bir' yer kaplayacak
olmadı
hiç
aynı sayfada değiliz senle
bir iz olmak istediğimiz sayfalarda
şimdi
umutlarımız kararmakta
Hava soğuk
sen de küçük olmalısın
Omuzlarındaki kar tanesi değil, katar katar yük
Kulakların çınlıyor şimdi:
sakın başını eğme!
Oysa yıllardır bükük
kamburadurmuş sırtında birkaç damla ter
Hava soğuk
Ağlayacağın kuytu köşeler gözünün önünden geçiyor
yaşamak istediğin hayatı, bu sabah -yine- bir çanak çorba ve iki dilim ekmeğin borcunu verirken bıraktın
hava soğuk, sen de küçük olmalısın
Bakışından belli
elinin titreyişinden
elinin daha bu yaşta
tipi görmüş körpe fidan gibi titreyişinden
Şimdi kan, yine tere batacak
En acı yerinden -o körpe düşlerin- gece boyu kanayacak
Sabah olup uykuyu güne devirdiğinde
ılık ılık akacak içine
ve ömür boyu
-o körpe düşlerin-
tam da kuruduğu yerinden
ömür boyu kanayacak.
Kapıyı açıp evine girdi. Yıllar geçti bu kapıyı ilk açtığı zamanın üzerinden. İyi ya da kötü olarak adlandırmıyordu günlerini. Sevdiği günler ve sevmediği günler vardı onun için. Bugün sevmediği bir gündü. Akşama kadar bu günü 'sevdiklerim' arasına katacağını düşünüyordu. Anlamadığı bir ânda tüm bunun değişmesi. Bir ân yalnız, ân. Uzağı sevmiyordu.
diye düşündü ve attı yatağa kendini tıpkı bu yazık sözler gibi. Anlamını anlamaya çalışmadan ve iradesine sahipliğe çalışmadan. Bir sırasını bulup sapacağı yolları tahayyüle başladı. Nafile.
Sevmemişti günü, getirdiği hüznü.
Geçeceği çok yol var. Başından beri sabretmeyi de bilmedi. Sabretse ne vardı?
Korkusunu ele verdi elinden, çıkaramadı içinden.
Portakal ağacında bir pınar akıyor
ta başından köprünün
ayakları ıslak
uzakları çığırır şarkısı ağzında
bulutunu göğe verdi
içinin göğü
eritti zamanı parlak avucunda
ağlamaklı hâli ağlamaklı
dilinde acılığı
anladı bu dünyanın tadı
balında gün olan
başında ve içinde
bitkin bir hâl
taşımaktan bir yarayı
Dindi yağmur
Az sonra güneş açar, çıkarır başını buluttan
Şu dünyada
bir ölüm bir de ölümden korkmaktan
başka çözümsüzlük mü var
Ya güleceksin her şeye rağmen
bileceksin hayatın duraksız bir zemheri olduğunu
ve
Bileceksin umudu cebine koymazsan
titreyeceksin durduğun her ân
Karanlık başlar yağmur
Çağlar ölümler her yandan
Sudur yaşamak, sudur hayat
tutamazsın
kayar gider avucundan
Hayatı tanıdım tadından ve yasından
Bulutlu,
kapkara bir gecede
-ki karanlık, çirkinliklerle birlikte güzellikleri de örter
ki senin en umarsız ânında bu karanlık, seni daha da dibe iter-
ben diyorum ki gel öyle olma.
Beynini karartan şu, gece gökten de kara düşünceleri
boğ
at güneşte,
içinin güneşinde.
Parçala bulutları,
sana düşman
olan, sana hainlik eden ve seni tüm hayat güzelliklerine kör eden bulutları.
Sana güzellik vadedildi.
Vadolunanı çekip çıkarmak bu gökten,
senin bileğinin,
yüreğinin
işi.
-gecikmeli
ankara
treniyle
gelen
kadın-
bozuldu hayatın
ritmik düzeni
kadın öldürdü
ölüm, zevkti
zevk, kadın
kadın
-ın gelmeyişi
adamın 'gelir diye bekleyişi-
öldürdü adamı
tabandan aktı aşağı, kinin tavanına tüm zaman
bozuldu binanın şekli
-kara kediyi besleyen bozuldu
kara kediyi besleyen, besleyemiyor artık kediyi
kara kedi beslenemiyor-
tadı kalmadı hayatın
düzen bozuldu
adam, kadının hayaliyle
kadını cisimleştirdiği odada
-ölümün- zevkiyle boğuldu
Bulutlar ciğerlerini sökmüşçesine döküyorlardı yağmurları. Uzun zamandır böylesi sağanak görmemiş, bu şaşkınlığı onu camın önüne yapıştırmış ve neredeyse bir çocuğun ilk kez görüp de beğendiği bir oyuncağa bakarken yaptığı gibi ağzı açık kalmıştı. İçinde karmaşık duygular ordan oraya zıplıyordu. Ne yapacağını kestiremediğinin farkındaydı ancak yağmurun verdiği şaşkınlık bu farkındalığını bastırıyordu.
Karanlık bastığında yorulmuş olduğunu anladı. Tüm bu koşuşturma kesik kesik sızlar bırakmıştı artlarından. Bunları hafif hafif duruyor, pek de şikayet etmiyordu. Çünkü biliyordu ki bu dünya daha nice acıları barındırıyordu ceketinin ceplerinde. Birkaç acı yaşamış biri olarak uzunca zamandır bu vücut tepkilerini görmezden gelmeye alışmıştı, onların önceki hayatındaki acılarla kıyaslamıyordu bile. Bir bakıma bu kıyaslamama durumu, 'önceki' dediği her şeyi unutmak istemekten ileri geliyordu. Güneş doğarken gece nasıl akıp gidiyorsa bu acılar da akıp girmişti. Çoğu yapışkandı, inatçı ve çıkmaz lekelerdi. Didinmişti onları çıkarmak için. Hatta tırnaklarıyla kazınmıştı biraz olsun hayatında ışık tutabilmek için. Sanıyordu ki başarmıştı da. Ancak ne zaman yağmur yağsa hele böylesi göğün sel olduğu zamanlar, hep böyle mahzun ve dalgın kalakalırdı o camın önünde. Sanki seyir vardı camda görünenin ötesinde. Yağmurun perdesindeki şekiller onu, hatırlamak istemeye istemeye hatırlamadığı zamanlara götürür, bir süre o zaman kutusunun içine tıkar, çıkmasına izin vermez ancak nihayet yağmurun zayıflamasıyla o şekillerin de gücü tükenir ve kendini sokağa zor atardı.
Bazen böylesi dalgın olduğu zamanlar yazardı birkaç kalem ne gelirse aklına. Kaldı ki aklına gelenler de dalgın şeylerdi: oltasını denizde unutmuş bir adam, yaprağı kışın ortasında bile dalında duran bir ağaç, ölürken gözlerini kapamayan bir beden.. Karanlıktı içi biliyordu. Ancak ne denerse denesin bu karanlığı içinden çıkaramıyor ya da yazmaktan kendini almıyordu. Ve bir kusuru da hep geçmiş zaman kipiyle yazıyordu. Bunun açıklaması da basit, çünkü o hep geçmişte yaşıyordu.