Adımları birbirini kovalaya kovalaya geldiler yine -kürkçü dükkanına-. Kulağında bir söz:
- onca hatırayı toplamak zor olacak.
Zor olmuş muydu sahiden? Yoksa içinde büyüyen o kaçma isteği her şeyi engelleyip de içinin tek sahibi mi olmuştu? Boynunu eğip bu hisse çekip gitmiş, yıllardır hatrında olan bu söze ihanet etmişti. Ne önemi vardı şu ândan itibaren...
Açtı kapıyı girdi. Beklediği o yılların yabancılaşmasını duymadı. Ne garip. Bunu bekliyordu aslında. Kapılardan, yerden, her yerden ses geliyordu. Bir çığlık. Kara ve kısa. Bir koşuşturma. Bir silah patlaması. Oysa o, odayı dört köşe kaplayan -kara- kanın yalnız, kapı eşiğine ancak ulaşabilmiş sıska kısmını görmüştü. Kehaneti gerçekleşmişti işte. Yıllardır ölü olan, nefes alan, zorakî gülen ve çoğu gözleri uzaklara ulaşmak isteğiyle dolan ..o... artık resmî belgelere de ölü olarak yazılacaktı.
Bir hafta dayanabilmişti bu ağırlığa. Ölünün soğukluğu ertesi gün toprağa karıştığında, onun yeryüzündeki son ânının ardından içinde bir ferahlık duymuştu. Vücudunu yıllardır aşağı çeken bir kayadan, yüreğini acıta acıta sıkan bir mengeneden kurtarmış gibi bir ruh ferahlaması...
Bir hafta sonra gece sabaha kavuşmadan bir ufarak çanta alıp çıkmıştı buradan, bir anlamı kalmayan bu yerden. Ancak yine de bir terk edişle çıkamamıştı. Ne kadar çok istese de bunu. Bir gün döneceğini biliyordu. Belki bilmiyordu da seziyordu bunu. Nitekim olmuştu işte. Buradaydı. Geçip giden onca senenin ne önemi vardı artık.